Tuesday, 12 April 2016

GONLUM ARTIK CUBA'DA BEDENIM HERYERDE



Hayatimda ilk defa 24 saatten daha kisa bir sure icinde karar verip tatile cikiyorum.. yok yok aslinda tam bir tatil degil benim icin, uzun suredir icimde yasayan ancak hep erteledigim yeni bir ulke kesfi demem daha gercekci olacak. Yani oyle bacaklarimi uzatip gunes, deniz, kum olmayacakti karis karis gezecek ilmek ilmek ogrenecektim ulke kulturunu.. Tam da oyle oldu yeni bir hayat, kultur, deneyimlerim eglence ile harmanlandi... Gayet sakin basladim bavulumu ve islerimi organize etmeye ancak havaalanina geldigimde heyecanim tavan yapmisti.. Ben bile inanamiyordum; 24 saat once boyle bir seyahatin olacagini hic tahmin edemezken, simdi arkadasimin bir telefonuyla ucagimi bekliyordum.

6 saatlik keyifli bir yolculuk sonrasinda 18 dereceden 35 derece nemli bir havaya "HOLA" (merhaba) dedim.. Havaalani sabahin 3 unde oldukca sakindi.. Ilk dikkatimi ceken ucaktan iner inmez tekrar guvenlik kontrolunden geciyor olmamizdi.. Mini etekli uniformali, file corapli, gayet bakimli guvenlik memurlari ise uykumun daha cok acilma sebebi oldular.. Pasaport kontrolu sonrasi 1.5 saat surecek olan Santa Maria'daki otelimize dogru yola cikmistik bile. Bakmayin siz oyle benim yasadigim ulkenin soguk olmasina, insanlari sicak, paylasimci ve dosttur..  Neden mi? Otele varmadan otobusumuzde Vancouver - Cuba dostluk grubu kurulmus ve deneyimli olanlar bildiklerini yol boyunca aktarmislardi bile (bu arada Cuba'ya ilk defa gelen ben ve arkadasimdan baska kimse degildi :D )
Sabahin ilk isiklariyla birlikte odamiza yerlestik, tum gece hic uyumamiza ragmen tropikal meyvelerden ve sahane bir omletten olusan kahvaltimiz sonrasi solugu baskent Havana'da aldik. Sanki zaman tunelinde gibiydim.. 1960 - 70 li yillara gelmistim..
Bir cok medeni ulkede gordugum ancak burada olmayan en harika sey sokaklarin kokusuz olmasi  ve kaldirimlarda uyuyan hic kimsenin olmamasiydi. Hemen hemen her yerden duyulan canli muzik sesleri ve dans eden insanlar icimi kaynatiyordu.
Yillardir hic onarim gormemis boyasiz eski binalarin icinde yasayan halki  tesadufen yolda tanistigimiz Kubali - Turk arkadasimiz sayesinde tanima firsati bulduk.. 3. kattaki daireye cikmadan once alt kattaki komsu karsiladi bizi kapida, selamlastik samimiyetle.. Camasiri elinde yikayip, tek bir tane eski, ici kirec tutmus aluminyum tencerenin icinde yemek pisirmekten hic de sikayetci olmayan bu insanlar, hayat neselerini ve enerjilerini kaybetmemislerdi.. Evlerin ici konforsuz, mobilyasiz ve yerler tamamen ciplakti ama huzur kokusu heryeri kaplamisti.. Oyle sicak ve misafirperverlerdi ki cat kapi gitmemize ragmen yillardir birbirimizi taniyor gibiydik (dil engelimiz olmasina ragmen).. Evlerini gezdirdiler, ocakta kaynayan patateslerinden ikram etmek istediler, servis tabaklarinin, suslu puslu masalarinin olmayisina aldirmadan..  Parasiz da huzurun ve nesenin pek ala olabileceginin en harika ornegini goruyorduk.. Sular gumbur gumbur akmiyordu, arada bir kesilmesine ragmen bir tek ter kokusu bile duymadim tum gezdigim yerlerde, istisnasiz herkes misler gibi kokuyordu.
Buram buram insanlik buram buram mutluluk ve nese cektim icime..
Herkes devlete calisiyordu bu ulkede, insanlar arasinda ekonomik bakimdan ucurumlar yoktu.. Hizmet sektorunde calisan bir memur 15 dolar maas alirken hastanedeki bashekimin maasi aylik 30 dolardi.. Devlet herseyi temin ettigi icin gelecek endiseleri de yoktu insanlarda.. Saglik, egitim, evler hep bedava.. Hickimse ac degil bu ulkede, devlet herkese esit miktarda yiyecek veriyor.. Her tarafta sanatcilar yada elde yapilmis urunler var, ek gelir sagliyorlar kendilerine ama hirs yapmadan...
Insanlar yurumeye baslarken dans etmeyi de ogreniyorlar, hayata keyifle basladiklari gibi yaslandiklarinda hayattan zevk almayi da birakmiyorlar... 95 yasinda ama icindeki enerji ve yasama sevinci hic tukenmemis, yorgun ve bikkin degil...
Turistin dokunulmazligi var, hicbir ulkede olmadigim kadar guvende hissettim kendimi.. ben degerliydim.. Fiyatlar degismiyor heryerde ayni cunku hepsi tekel, devlet satiyor.. Neyi nerden aldiginizin da onemi yok, dolandirilma imkaninizin olmasi da mumkun degil... Bu rahatlikla siz de onlarla hayati paylasirken zevk aliyorsunuz... Son zamanlarda dunyanin bir cok yerinde yasanan karmasikliga inat..

Minik eski arabalarin yanisira kocaman renkli tarihi arabalar da var.. Oturunca arka koltuga ferah ferah pufur pufur gidiyorsunuz konforla... bir de cistak cistak aciyorlar latin muziklerini..  Hava oldukca sicak ancak dogal klimalar hic hissettirmiyor bunu.. Arabanin 4 cami da sonuna kadar acik, gayet bol havali :D
Havana'nin batisina dusen Pinar Del Rio eyaletinde bulunan Vinales vadisine giderken yolumuz uzerinde tadina baktigimiz tropikal meyveler ve yoresel yemeklerin tadini unutabilmem mumkun degil.. Cunku ulkede hersey dogal.. Hayvancilik dogal ortamlarda yapiliyor, inekler, tavuklar ve digerleri sere serpe kosarak besleniyorlar.. Oyle ozel yetistirme ciftlikleri falan da yok.. Hormonsuz tarimcilik nedeniyle sebze ve meyveler bir baska kokuyor, ayni meyveyi ilk defa yiyiyor gibi hissediyorsunuz... Havana'ya 3 saatlik mesafede olan bu sehre giden yol boyunca bol bol seker kamisi ve tutun tarlalari goruyorsunuz.. Tadina bakip almak isteyenler icinse kucuk barakalar yapmis koyluler, seker kamisini hemen sıkıp buz gibi size sunuyorlar, hic bu kadar lezzetli olabilecegini dusunmemistim...
Ayrica giderken Parque Nacional Vinales isimli merkeze ugramamiz cok iyi oldu.. Gozunuzun alabildigine genis olan bu vadideki dogal guzellik kacirilmazdi...  Vadinin icinde Cueva del Indio magarası da bulunuyor. Magaranin icinde rehber esliginde botla yaptigimiz minik gezinti bizi bizden aldi..
Vinales'de puro yapimini ogrendik.. Tarlada yapilan ilk hasattan, son asamaya kadar hangi proseslerden geciyor hic yorulmadan anlatti yillarin tecrubesi.. Tum puf noktalarini biliyoruz artik :D Alabildigince buyuk bir tutun tarlasi, bir bolumunde yapilan hayvancilik ve ortada sirin koylu evi.. Bu mustakil evlerde hep buyuk aileler halinde yasiyorlar.. Ev halki icinde muhakkak buyukanne, buyukbaba ve hatta nineler bile var.. Ayni eski zamanlardaki gibi gelin ayni eve geliyor... Hemen Kuba kahvesi ikram ediyorlar minik fincanlarda.. Her ne kadar ayrilmak istemesek de tum bilgilerden sonra vedalasiyoruz...
Adanin batisini gordukten sonra dogu tarafina gitmek icin ertesi gunu sabahin erken saatlerinde yine yollardayiz..
Cienfuegos'u gecip Trinidad'a giderken okyanus yolun sag tarafinda kaliyor ve uzun bir sure plajlarin yanindan seyahat ediyoruz. Tam dogaya konsantre olmusken, sehre 15km kala 500 metrelik yol boyunca karsimiza cikan yengec surusu ile aracimizi durdurduk.. irili ufakli binlerce yengec okyanustan cikmis ve yolda yuryorlardi.. Hayatimda gordugum en enteresan ve belki de bir daha hic karsilasamayacagim bir goruntu idi.. Yol kalabalik olmamasina ragmen, nadir de olsa gecen hizli araclarin araclarin altinda canli canli ezilmis yengecleri gorunce duydugum uzuntuyu tarif edemem.. Aracimizdan inip goruntulemeye calistigimiz sirada kosar adimlarla kaciyorlardi. Aracimizdan inince farkettim ki okyanusdan cikip yolu gecerek taslarin arasinda olusturduklari yuvalarina gidiyorlarmis.. Bir muddet bekledikten sonra dikkatli ve yavasca ayrildik aralarindan.. Ben hala anlatirken bile o ani yasiyorum..

Trinidad'a geldigimde kendimi bir film setine gelmis gibi hissettim, sokaklar o kadar renkliydi.. Tek katli evlerin giris bolumlerini kendi el sanatlarini satabilecek gibi dukkan haline getirmisler.. Evlerin camlari ve kapilari surekli acik, istediginiz gibi girip cikabiliyorsunuz.. Hatta sokaktan gecerken evlerin ici o kadar net gorunuyor ki o eve dahil olmus gibi hissetmeniz bile mumkun.. Sokaklar daracik ve at arabalari ile ulasim cok yaygin.. Gece atmosferi ise bir baska keyifliydi.. Sokaklarda dans eden insanlar, muzik yapanlar sabah saatlerine kadar egleniyorlar.. Bu sehir basli basina ayri bir dunya.. Daha cok turistlerin bulundugu Casa de la Musica da yine latin danslari ile sabahliyoruz... Rom ile yapilan cesitli kokteylerin tadi ise muthisti.. Otel olmadigi icin pansiyon gibi kullanilan bir evin odasinda bir kac saat gozlerimizi kapatma sansimiz oluyor.. Uyandigimizda evin terasinda hazirlanmis mis gibi bir kahvalti bizi bekliyordu (Her kahvaltida tropikal meyvalardan olusan bir tabak yapiyorlar ya, iste bu beni benden aliyor).
Onca yola gittikten sonra Santa Clara'yi ziyaret etmesek olmazdi.. Bu sehir Ernesto Che Guevara’nın sehri olarak biliniyor ve Che'nin mezarinin da icinde bulundugu muzenin yani sira her yerde sozlerini ve ona karsi yazilmis ovguleri iceren cumleleri gorebilirsiniz. Muze cok buyuk degil, toplam 20 dakikada gezebiliyorsunuz.. Che'ye dair tum kisisel esyalar ve yoldaslarinin fotograflari sergileniyor.
Bu kadar keyifli geziden sonra otelimize dondugumuzde, elekten gecmis kadar ince kumsalda guneslenip, okyanusun ılık sularinda kendimizi sımartmasak olmazdi.. Sahil boyunca son derece nezaketle hic kimseyi rahatsiz etmeyen saticilar yine yanimizdalardi.. Hatta iclerinde grup yada bireysel olarak enstruman calanlar var ya iste onlari dinlemek muhtesemdi.. Yanibasima gelen muzisyen romantik latin sarkilari soyleyip gitar calarken, ılık ılık esen ruzgar saclarimi tariyordu.. O gun tadina doyamadik ve aksam yemegi sonrasi showlarimizi izledikten sonra yine dalga sesleri esliginde gece yarisi  kumsalda yalinayak sabaha kadar yuruduk, seslerimiz yankilanircasina sarkilar mirildandik.. Ama bu kez dudaklarimizdan dokulen memleketimin melodileriydi...   


2 comments:

  1. Mukemmel bir bloğunuz var tebrik ederim Huriye hn������������

    ReplyDelete