Hayatimda ilk defa
24 saatten daha kisa bir sure icinde karar verip tatile cikiyorum.. yok yok
aslinda tam bir tatil degil benim icin, uzun suredir icimde yasayan ancak hep
erteledigim yeni bir ulke kesfi demem daha gercekci olacak. Yani oyle
bacaklarimi uzatip gunes, deniz, kum olmayacakti karis karis gezecek ilmek
ilmek ogrenecektim ulke kulturunu.. Tam da oyle oldu yeni bir hayat, kultur,
deneyimlerim eglence ile harmanlandi... Gayet sakin basladim bavulumu ve islerimi
organize etmeye ancak havaalanina geldigimde heyecanim tavan yapmisti.. Ben
bile inanamiyordum; 24 saat once boyle bir seyahatin olacagini hic tahmin
edemezken, simdi arkadasimin bir telefonuyla ucagimi bekliyordum.
6 saatlik keyifli
bir yolculuk sonrasinda 18 dereceden 35 derece nemli bir havaya "HOLA"
(merhaba) dedim.. Havaalani sabahin 3 unde oldukca sakindi.. Ilk dikkatimi
ceken ucaktan iner inmez tekrar guvenlik kontrolunden geciyor olmamizdi.. Mini
etekli uniformali, file corapli, gayet bakimli guvenlik memurlari ise uykumun
daha cok acilma sebebi oldular.. Pasaport kontrolu sonrasi 1.5 saat surecek
olan Santa Maria'daki otelimize dogru yola cikmistik bile. Bakmayin siz oyle
benim yasadigim ulkenin soguk olmasina, insanlari sicak, paylasimci ve
dosttur.. Neden mi? Otele varmadan
otobusumuzde Vancouver - Cuba dostluk grubu kurulmus ve deneyimli olanlar
bildiklerini yol boyunca aktarmislardi bile (bu arada Cuba'ya ilk defa gelen
ben ve arkadasimdan baska kimse degildi :D )
Sabahin ilk
isiklariyla birlikte odamiza yerlestik, tum gece hic uyumamiza ragmen tropikal
meyvelerden ve sahane bir omletten olusan kahvaltimiz sonrasi solugu baskent Havana'da
aldik. Sanki zaman tunelinde gibiydim.. 1960 - 70 li yillara gelmistim..
Bir cok medeni
ulkede gordugum ancak burada olmayan en harika sey sokaklarin kokusuz
olmasi ve kaldirimlarda uyuyan hic
kimsenin olmamasiydi. Hemen hemen her yerden duyulan canli muzik sesleri ve
dans eden insanlar icimi kaynatiyordu.
Yillardir hic onarim
gormemis boyasiz eski binalarin icinde yasayan halki tesadufen yolda tanistigimiz Kubali - Turk
arkadasimiz sayesinde tanima firsati bulduk.. 3. kattaki daireye cikmadan once
alt kattaki komsu karsiladi bizi kapida, selamlastik samimiyetle.. Camasiri
elinde yikayip, tek bir tane eski, ici kirec tutmus aluminyum tencerenin icinde
yemek pisirmekten hic de sikayetci olmayan bu insanlar, hayat neselerini ve
enerjilerini kaybetmemislerdi.. Evlerin ici konforsuz, mobilyasiz ve yerler
tamamen ciplakti ama huzur kokusu heryeri kaplamisti.. Oyle sicak ve
misafirperverlerdi ki cat kapi gitmemize ragmen yillardir birbirimizi taniyor
gibiydik (dil engelimiz olmasina ragmen).. Evlerini gezdirdiler, ocakta
kaynayan patateslerinden ikram etmek istediler, servis tabaklarinin, suslu
puslu masalarinin olmayisina aldirmadan..
Parasiz da huzurun ve nesenin pek ala olabileceginin en harika ornegini
goruyorduk.. Sular gumbur gumbur akmiyordu, arada bir kesilmesine ragmen bir
tek ter kokusu bile duymadim tum gezdigim yerlerde, istisnasiz herkes misler
gibi kokuyordu.
Buram buram insanlik
buram buram mutluluk ve nese cektim icime..
Herkes devlete
calisiyordu bu ulkede, insanlar arasinda ekonomik bakimdan ucurumlar yoktu.. Hizmet
sektorunde calisan bir memur 15 dolar maas alirken hastanedeki bashekimin maasi
aylik 30 dolardi.. Devlet herseyi temin ettigi icin gelecek endiseleri de yoktu
insanlarda.. Saglik, egitim, evler hep bedava.. Hickimse ac degil bu ulkede,
devlet herkese esit miktarda yiyecek veriyor.. Her tarafta sanatcilar yada elde
yapilmis urunler var, ek gelir sagliyorlar kendilerine ama hirs yapmadan...
Insanlar yurumeye
baslarken dans etmeyi de ogreniyorlar, hayata keyifle basladiklari gibi
yaslandiklarinda hayattan zevk almayi da birakmiyorlar... 95 yasinda ama
icindeki enerji ve yasama sevinci hic tukenmemis, yorgun ve bikkin degil...
Turistin
dokunulmazligi var, hicbir ulkede olmadigim kadar guvende hissettim kendimi..
ben degerliydim.. Fiyatlar degismiyor heryerde ayni cunku hepsi tekel, devlet
satiyor.. Neyi nerden aldiginizin da onemi yok, dolandirilma imkaninizin olmasi
da mumkun degil... Bu rahatlikla siz de onlarla hayati paylasirken zevk
aliyorsunuz... Son zamanlarda dunyanin bir cok yerinde yasanan karmasikliga
inat..
Minik eski
arabalarin yanisira kocaman renkli tarihi arabalar da var.. Oturunca arka
koltuga ferah ferah pufur pufur gidiyorsunuz konforla... bir de cistak cistak
aciyorlar latin muziklerini.. Hava
oldukca sicak ancak dogal klimalar hic hissettirmiyor bunu.. Arabanin 4 cami da
sonuna kadar acik, gayet bol havali :D
Havana'nin batisina
dusen Pinar Del Rio eyaletinde bulunan Vinales vadisine giderken yolumuz
uzerinde tadina baktigimiz tropikal meyveler ve yoresel yemeklerin tadini
unutabilmem mumkun degil.. Cunku ulkede hersey dogal.. Hayvancilik dogal
ortamlarda yapiliyor, inekler, tavuklar ve digerleri sere serpe kosarak
besleniyorlar.. Oyle ozel yetistirme ciftlikleri falan da yok.. Hormonsuz tarimcilik
nedeniyle sebze ve meyveler bir baska kokuyor, ayni meyveyi ilk defa yiyiyor
gibi hissediyorsunuz... Havana'ya 3 saatlik mesafede olan bu sehre giden yol boyunca
bol bol seker kamisi ve tutun tarlalari goruyorsunuz.. Tadina bakip almak
isteyenler icinse kucuk barakalar yapmis koyluler, seker kamisini hemen sıkıp
buz gibi size sunuyorlar, hic bu kadar lezzetli olabilecegini dusunmemistim...
Ayrica giderken Parque
Nacional Vinales isimli merkeze ugramamiz cok iyi oldu.. Gozunuzun alabildigine
genis olan bu vadideki dogal guzellik kacirilmazdi... Vadinin icinde Cueva del Indio magarası da
bulunuyor. Magaranin icinde rehber esliginde botla yaptigimiz minik gezinti
bizi bizden aldi..
Vinales'de puro
yapimini ogrendik.. Tarlada yapilan ilk hasattan, son asamaya kadar hangi
proseslerden geciyor hic yorulmadan anlatti yillarin tecrubesi.. Tum puf
noktalarini biliyoruz artik :D Alabildigince buyuk bir tutun tarlasi, bir
bolumunde yapilan hayvancilik ve ortada sirin koylu evi.. Bu mustakil evlerde hep
buyuk aileler halinde yasiyorlar.. Ev halki icinde muhakkak buyukanne, buyukbaba
ve hatta nineler bile var.. Ayni eski zamanlardaki gibi gelin ayni eve
geliyor... Hemen Kuba kahvesi ikram ediyorlar minik fincanlarda.. Her ne kadar
ayrilmak istemesek de tum bilgilerden sonra vedalasiyoruz...
Adanin batisini
gordukten sonra dogu tarafina gitmek icin ertesi gunu sabahin erken saatlerinde
yine yollardayiz..
Cienfuegos'u gecip
Trinidad'a giderken okyanus yolun sag tarafinda kaliyor ve uzun bir sure
plajlarin yanindan seyahat ediyoruz. Tam dogaya konsantre olmusken, sehre 15km
kala 500 metrelik yol boyunca karsimiza cikan yengec surusu ile aracimizi
durdurduk.. irili ufakli binlerce yengec okyanustan cikmis ve yolda
yuryorlardi.. Hayatimda gordugum en enteresan ve belki de bir daha hic
karsilasamayacagim bir goruntu idi.. Yol kalabalik olmamasina ragmen, nadir de olsa
gecen hizli araclarin araclarin altinda canli canli ezilmis yengecleri gorunce
duydugum uzuntuyu tarif edemem.. Aracimizdan inip goruntulemeye calistigimiz
sirada kosar adimlarla kaciyorlardi. Aracimizdan inince farkettim ki okyanusdan
cikip yolu gecerek taslarin arasinda olusturduklari yuvalarina gidiyorlarmis..
Bir muddet bekledikten sonra dikkatli ve yavasca ayrildik aralarindan.. Ben
hala anlatirken bile o ani yasiyorum..
Trinidad'a
geldigimde kendimi bir film setine gelmis gibi hissettim, sokaklar o kadar
renkliydi.. Tek katli evlerin giris bolumlerini kendi el sanatlarini
satabilecek gibi dukkan haline getirmisler.. Evlerin camlari ve kapilari
surekli acik, istediginiz gibi girip cikabiliyorsunuz.. Hatta sokaktan gecerken
evlerin ici o kadar net gorunuyor ki o eve dahil olmus gibi hissetmeniz bile
mumkun.. Sokaklar daracik ve at arabalari ile ulasim cok yaygin.. Gece
atmosferi ise bir baska keyifliydi.. Sokaklarda dans eden insanlar, muzik
yapanlar sabah saatlerine kadar egleniyorlar.. Bu sehir basli basina ayri bir
dunya.. Daha cok turistlerin bulundugu Casa de la Musica da yine latin danslari
ile sabahliyoruz... Rom ile yapilan cesitli kokteylerin tadi ise muthisti..
Otel olmadigi icin pansiyon gibi kullanilan bir evin odasinda bir kac saat
gozlerimizi kapatma sansimiz oluyor.. Uyandigimizda evin terasinda hazirlanmis
mis gibi bir kahvalti bizi bekliyordu (Her kahvaltida tropikal meyvalardan
olusan bir tabak yapiyorlar ya, iste bu beni benden aliyor).
Onca yola gittikten
sonra Santa Clara'yi ziyaret etmesek olmazdi.. Bu sehir Ernesto Che Guevara’nın
sehri olarak biliniyor ve Che'nin mezarinin da icinde bulundugu muzenin yani sira
her yerde sozlerini ve ona karsi yazilmis ovguleri iceren cumleleri gorebilirsiniz.
Muze cok buyuk degil, toplam 20 dakikada gezebiliyorsunuz.. Che'ye dair tum
kisisel esyalar ve yoldaslarinin fotograflari sergileniyor.
Bu kadar keyifli
geziden sonra otelimize dondugumuzde, elekten gecmis kadar ince kumsalda
guneslenip, okyanusun ılık sularinda kendimizi sımartmasak olmazdi.. Sahil
boyunca son derece nezaketle hic kimseyi rahatsiz etmeyen saticilar yine
yanimizdalardi.. Hatta iclerinde grup yada bireysel olarak enstruman calanlar
var ya iste onlari dinlemek muhtesemdi.. Yanibasima gelen muzisyen romantik latin
sarkilari soyleyip gitar calarken, ılık ılık esen ruzgar saclarimi tariyordu..
O gun tadina doyamadik ve aksam yemegi sonrasi showlarimizi izledikten sonra
yine dalga sesleri esliginde gece yarisi kumsalda yalinayak sabaha kadar yuruduk,
seslerimiz yankilanircasina sarkilar mirildandik.. Ama bu kez dudaklarimizdan
dokulen memleketimin melodileriydi...
Mukemmel bir bloğunuz var tebrik ederim Huriye hn������������
ReplyDeleteTesekkur ederim.
Delete